Van'da Oscar!

Oldum olası kardeşimle ikimiz Oscar Törenlerini seyretmeyi çok severiz. Gerçi sunucuların çoğuna gıcık olsak da; O kadınların güzelliği, erkeklerin yakışıklılığı tam bir şölen.

Ama ne yazık ki ben biraz sonra iş için Van'a gitmek zorundayım ve akşam da otel odasında tek başına hiç yorum yapmadan seyretmek çok zevksiz olacağından bu seneki Oscar Törenlerinde bulunamayabilirim:)

Favoriler belli. “Black Swan” la Natalie Portman ve “The King's Speech”  ile Colin Firth... Her ikisi de  çok iyiydi.

Diğer adaylar için postere tık...


Herkese iyi seyirler...

Renkten Dörtköşe...

Beni bu evin mutfağında bırakın siz gidin....


Camın içindeki "Dünyayı" sevdim...


Siyah deri sandalyemsi koltuğu sevdim..


CD'lerin durduğu rafı, daha doğrusu metal süslemelerini sevdim...


Televizyonu orada hiç sevmedim...


Dolapların mavisini, abajurun kırmızısını, sandalyelerin beyazını... hepsini çok sevdim. 




Mutfağın balkona açılmasını, balkondaki saksıları, duvardaki apliği sevdim...



Yatak odasının canlılığını, ferahlığını, sarı pikesini sevdim...


Ben bu balkonda şu bir fincan kahve içme zevkini SEVDİM...

Kısaca BEN BU EVİ SEVDİM...

Yağmurda Bir Paris Sokağı...

Havaya takmış durumdayım… Camdan dışarıya bakıp ıslak caddeleri görünce aklıma  Gustave Caillebotte’un “La Place de l'Europe, temps de pluie” (Yağmurda Bir Paris Sokağı) isimli tablosu geldi. Caillebotte 1848 – 1894 tarihleri arasında yaşamış Empresyonist ressamlardan biri. Empresyonistlerin 3. sergisine bu eseri ile katılmış ve büyük ilgi toplamış.

Orjinalini Chicago Art Institute’de görene kadar hakettiği önemi kendisine vermediğimi düşünüyorum. Orjinali o kadar büyük ki, (şimdi baktım 212,2 cm. x 276,2 cm’miş) görünce hayran olmamanız mümkün değil. Şu arnavut kaldırımlarına bakın sanki gerçekten ıslaklar. Hele persfektif harika, sanki üç boyutlu çizilmiş. Şemsiyeyi adamın elinden alıvermek geçiyor insanın içinden…  




Yukarıdaki eskizi de müzenin kafesinde yapmıştım, sanırım 2 yıl önce…
Şimdi tam bir müzenin kafesinde aldığın parlak kitapları sevme havası...


ya kar yağsın ya da ben yüzüyorum...

Ben bu havadan çok sıkıldım, canım camdan dışarıya bakmak bile istemiyor.. Yağacaksa kar yağsın da bari kestane kebap havasına girelim…… Kışın sadece “kar yağma ihtimalini” seviyorum.. 


Geçtiğimiz Aralık ayının ortasında Münih’e gitmiştik, bu fotoğraflar o zamandan. Çoğu kişi habire Münih'e gitmeme bir anlam veremiyor ama ben Münih’i çok seviyorum.  Münih’in her mevsimi ayrı bir güzel. Ama kışın gidecekseniz kesin 10-23 Aralık tarihleri arasında gidin. (Önümüzdeki günlerde size bir Münih dosyası yapmaya karar verdim şimdi.)
Biz gittiğimizde Avrupa’nın soğuktan donduğu tarihlerdi, Münih son 40 yılın en soğuk günlerini yaşıyordu, ama pişman değilim yine olsa yine giderim.
Heryer bembeyazdı. Karın üstünde yılbaşı için kurulmuş standlarda sıcak şarap içip, neşeli, eli – kolu paketlerle dolu insanları seyretmek ne de güzeldi...

Hadi kar yağsın.

Bugünün Rengi "YEŞİL"

Yeşilin her tonunu seviyorum. Çünkü yeşilin her tonunda farklı bir duygu var. Mesela bugün için seçtiğim yeşil romantizmin, nostaljinin rengi. Çimen yeşili; kesinlikle baharı ve çoşkuyu anlatıyor, koyu nefti yeşil; ağırbaşlı, kendinden emin bir ton, olgunluğun rengi, açık parlak yeşildense gençlik fışkırıyor sanki.
Ama mesela mavi… Mavi ne yapsa karamsar olamaz… Mavi hep huzur, pembe hep mutluluk, sarı; cıvıl cıvıl, kırmızı; aşk – ihtiras, var mı itirazı olanJ

Kaynak : ETSY

Bugün Bunları Sevdim...

Ben bu posterleri çok sevdim. Bu kolleksiyon One Little Bird'den.

Pembenin naifliği ve o saat motifi çok ama çook güzel... Sarı kelebek ve çatal - kaşıklı olan da ise bir vintage havası var.  


Daha fazlası için : onelittlebird

Sarı - Sıcak

Bugünlerde sarıya takmış gibi oldum ama şu aşağıdaki evin fotoğraflarına bakınca sarı ve sıcaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Bu kasvetli havada o evde canım önündeki masaya oturup bloglar arasında oradan oraya konmak ne de güzel olurdu.
Aşağıdaki ev yine “apartment therapy”’nin “Small Coll 2010” yarışmasının katılımcılarından Chicago, Illinois’de yaşayan  Shelbey’nin mini-minnacık evi.

Ev 42 m2 ama onu özel yapan içindeki eşyalar. Camın önündeki sarı sandalye, beyaz şifonyer, yatağın yanındaki ayna ve o beyaz mumluk benim favorilerim.
  
 

Ben salona bayıldım ama mutfağın yatak odasında olması biraz saçma olmuş. Bence yatak odasını banyonun olduğu yere taşıyıp banyoyuda yatağın olduğu köşeye koysa ve mutfakla salonun arasındaki duvarı kaldırsa çok daha iyi olurdu. Yok böyle olmayacak ben çizeyim en iyisi.

İşte demek istediğim yukarıdaki gibi. Basitce çizdim. Sizce de daha iyi değil mi?

inspiration tuesday!

Aslında Pazar günü dönecektim annemlerin yanından ama dönemedim, bir yığın iş yaptık, kırılacak eşyaların kolilenmesi, eksiklerin alınması, perde işinin halledilmesi....Tüm haftasonu elimde metre ile gezdim:)  O yüzden benim haftam bugün başlıyorJ

Hava çok soğuk ama, için için baharı yaşamaya başladım ben ve bugünün rengini de SARI seçtim.

 

Herkese "bahar" gibi bir hafta diliyorum.

Biri Beni "Mim"ledi!

Bu bir ilk. Colette beni MİM'lemiş:) Bir heyecan sardı beni. Akşam hemen cevaplarımı yazmaya başladım ama bilgisayarımda bir problem oldu yayınlayamadım, işte benim cevaplarım;

1.Gün içinde, eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey?

Maaşımızı yatırırlarsa şok geçirebilirim:) 
 

2.Gördüğün zaman, eğer almazsam uyuyamam dediğin şey?

Heran başka bir şey için uykusuz kalabilirim. Fakat şu sıralarda Türkiye'de henüz bulunmayan ama gördüğüm anda almak istediğim tek şey bir fotoğraf makinası.

3.Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey?

Annemin kabak tatlısı ve kestane şekeri. Çatlayana kadar yiyebilirim. Yok yani biliyorum rekor denemelerim var.

4.Uğurun var mı, uğurun?

Olsa fena olmazdı ama...

5.Kendine en yakıştırdığın renk?

Lacivert galiba ... O kadar az lacivert kıyafetim var ki. Düşündüm şimdi evet evet yok denecek kadar az.

6.En sevdiğin takın?

Kayışının canı çıkmış olan saatim.

7.Takıntın?

Kardeşimin takıntılarının tersi benim takıntım:)

8.Bavulum çoktan hazır, gitmek istediğim şehir, ülke?

Havaalanlarını çok seviyorum, her ülkeden çeşit çeşit insan.. Bavulumu alıp bir süre havalanında bile takılabilirim yani. Ama illa bir yere gidilecekse bu Dublin, İrlanda olsun bi zahmet..

9.Ben bu şarkıyı duyunca şakırım?

Babamın şarkısı; "Gül Döktüm Yollarına". Babamla kesin şakırız bu şarkıyı duyunca.

10.Solunda ne var?

Biraz sonra yiyeceğim havuçlu kek. Ben ona bakıyorum, o da bana :)

Blog aleminde pek bir yeni olduğum için çok fazla kişi tanımıyorum ilk aklıma gelen iki kişiden biri "Pelin Pembesi " blogunun sahibi Pelin, ikincisi de "Bana Kalırsa" blogunun sahibi Serap.  Eğer kabul ederlerse ben de onları "mim"leyiverdim gitti:)

 

Ben Renkleri Seviyorum...

2010 yılının sonbaharında Apartment Therapy sitesi “Room for Clor 2010” isimli bir yarışma düzenledi. Bu yarışmada önemli olan en güzel renkli odayı seçmekti. Dünyanın her yerinden bir sürü katılımcı odalarının fotoğraflarını ve duvar rengine nasıl karar verdiklerini anlatan kısa hikayelerini gönderdi ve oylama sonucu aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz Brooklyn, New York’dan Joshua’nın odası birinciliği aldı. Duvarların rengi normalde en sevdiğim tonlardan biri ona asla onun kadar cesur olamam sanırım.
Tasarımcı renk paletini oluştururken Josua’nın favori şeylerinden ilham almış ; sahil kıyısındaki tatillerden, doğal ahşaptan, Josua’nın en sevdiği fotoğraflarından, hediyelik eşyalarından….
Küçük ve yüksek tavanlı bir odayı olduğundan daha ferah göstermesi için maviyi seçmişler ve tavanın beyazlarını duvarlara doğru uzatmışlar.

Bence dekorasyon işinin en zoru duvarların rengine karar vermek. House Beautiful’un web sitesinde harika bir uygulama var. Boyamak istediğiniz odayı seçiyorsunuz, salon, mutfak, banyo, yatak odası…. Sonrada renkleri seçiyorsunuz, sadece bir tık ile duvarlar boyanıveriyor. Mükemmel rengi seçebilmeniz için ideal bir uygulama.
Siz de farklı renklerin odalara nasıl bir hava verdiğini görmek istiyorsanız aşağıdaki resme bir tık.


Türkiye’de şu sıralar kese kağıdı, açık krem, beyaz, kum beji gibi soluk renkler moda. Biz hiçbir zaman renkleri doyasıya kullanan bir toplum olamadık bence. Bunun nedenlerinden biri sanatla ne yazık ki pek içli dışlı olamamız.  Kasvetli bir havamız var.
Picasso ve Matisse ile çocukluğumuzda tanışabilsek renklerin büyüsünü hepimiz çoktan keşfetmiş olurduk.

Argan Yağı

Dün akşam eve giderken kendime Şebboy aldım. Evet İstanbul’da iş ve evi arasında yürüme mesafesi olan şanslı azınlıktan biriyim, herhalde bu yüzden 11 yıldır bunalmama rağmen aynı işyerinde çalışıyorumJ

Neyse işte Şebboy aldım, sıkıştırdım kolumun altına bir yandan yürüyorum bir yandan düşünüyorum. Nerden çıktı şimdi şebboy almak, ben sevmezdim ki şebboyu,  daha doğrusu sevip sevmediğime dair hiçbir düşüncem yoktu. Bana yaşlılığı çağrıştırıyordu bu çiçek. Öyle kemikleşmiş bir düşünce, şebboy = yaşlılık.

Ortancayı da sevmezdim.  Aynı şekilde kafamda yer etmiş Ortanca = Marmara. Soğuk, duygusuz, ağır başlı, özelliksiz bir çiçek olarak düşündüm hep ortancayı. Marmara ile özdeşleştirmemin tabiki ilk nedeni özellikle Marmara bölgesinde yetişmesi. Gölge, rutubetli yerleri seviyor, ayy ne iç karartıcı… Marmara’yı da sevmem. Marmara Bölgesi de bana kişiliksiz gelir.

Ama nedense son 2-3 yıldır Şebboy’u da Ortancayı da sevmeye başladım. Şebboyun kokusu çok hoşuma gidiyor, onu koklarken burnum tıkanmıyor mesela. Sonra inci taneleri gibi top top beyazları yemek istiyorum. ( Küçükken bahar geldiğinde evimizin karşısındaki arsada sabahtan akşama vardiyali işçi gibi papatya toplardım, evin balkonu dolup dolup taşardı. Bakardım onlara; o kadar güzeller ki, bakmaktan başka bişey yapamazsın. Ama o bana yetmezdi. Yerdim..)

Şimdiki evimizin balkonunda bir ortancamız var. Eski komşumuz taşınırken hediye etmişti. Kocaman oldu, her bahar onun yeşermesi, kocaman, tongur tongur (tongur = bizce böyle bir avuç dolusu güzel şey anlamında kullanılan kelime) çiçeklerini açması harika. Benim olunca sevdim ortancayı da.

Kafamda küçüklükten kalma böyle kemikleşmiş o kadar çok düşünce var ki. Mesela sayılar. Bana göre “8” alımlı genç bir kız, kirpikler ok gibi, saçlar ince beline kadar uzanıyor. “7” yağız bir delikanlı, neşeli, hoppa, mahallenin sevgilisi. “6” ise “7” nin büyüğü, akıl danıştığı, ona yol gösteren hamisi kıvamında biri. (6 neden gözümde 7’den büyük hiç bilmiyorum). “9” da 8’e aşık. Zengin mi zengin, 8’i evnin kadını yapmak istiyor, “10” 9’un annesi. Ayyy bu böyle uzayıp gidiyor. Tam bir Türk Filmi kıvamında. İnkar edemem çok Türk filmi seyrettimJ
 7, 17, 27… hiç boş değilim bunlara karşıJ uğurlu sayım olduğu için sanırım bende hep yakışıklı bir erkek imajı çizdilerJ

Düşündüm de Bu blog sadece fotoğraf paylaştığım bir yer değil canımın istediği herşeyi paylaşabileceğim bir blog olsun. cafenoHut’da oturmuş arkadaşlarımla muhabbet ediyormuşum gibi. Burada aldığım, kullandığım, memnun kaldığım şeyleri de paylaşmak istiyorum sizlerle,
İlk sırada ki “Argan Yağı” ;
 
Argan yağı benim küçük güzellik sırrım gibi. Cildim çok kuru ama akneli ve problemli ciltlere de çok iyi geldiğini duyuyorum. Uzun zamandan bu yana krem veya losyon yerine, yüz nemlendiricisi olarak Argan yağını kullanıyorum ve çok memnunum.

Makyajımı temizledikten sonra sadece birkaç damla cildime sürüyorum, gün boyu nemli kalıyor. Cildim yumuşak ve esnek, minik çizgileri bile yok edebiliyor. Hatta bir iki damla şampuanınıza ekleyerek saç bakımınızı da aynı ürünle yapabiliyorsunuz.
“Zengin E vitamini ve Omega 6 içeren bu yağ erken yaşlanmada, UV ışınlarına maruz kalan cilt ve saçı korumada ve diğer çevresel faktörlere karşı koruyucu olarak kullanılmaktadır.”
Herkese tavsiye ediyorum lütfen deneyin.
Yukarıdaki resim benim kullandığım. Youtube'da Argan Yağını tanıtan yığınla video var , bunlardan birini bu linkten seyredebilirsiniz.

Güzeliz Güzelsiniz Güzeller...

Cüzdan Dosyası

2-3 hafta sonra bir arkadaşımın doğumgünü. Ona uygun fiyatlı ama hoş bir hediye almak istiyorum. Aslında alışveriş merkezlerindeki mağzalarda görmediği bir şeyler arıyorum… Çünkü tüm ürünleri biliyor neredeyse. Diyelimki beraber televizyon seyrediyoruz, dizideki kızın küpelerini Accessories’dan, çizmelerin  Nine West’den, şalın Yargıcı’dan, hatta abajurun Boyner’den alındığını size söyleyiverir. (Aslına bakarsanız kardeşimle ben de bu konu da onunla yarışabilecek durumdayız. J)
Gelelim konumuza; hediye diyince aklıma ilk gelen yer tabi ki ETSY. O kadar çok çeşit var ki. İlk alternatifim cüzdanlar… Beğendiklerimden bazılarını da sizlerle paylaşmak istedim.

Evet “cüzdan” dosyasını açıyorum.........

Yukarıdakiler DrikaB ‘a ait. Fiyatları 28.-$.


Bu şirin cüzdanlar bozuk para için ideal. Kedili olan çok hoşuma gitti. Fiyatları 17.90.-$, alternatifler için Cottontimes ‘ın dükkanını ziyaret edersiniz artık.


Bunlar biraz daha ağır abla modunda. Zaten fiyatları da 40.-$. Bu cüzdanlar için Madebypoppet ‘e bakabilirsiniz.


Bunlarda  ise 60’ların esintileri var. Siyah ve pembe olan ilk iki resim 18.-$, ama alttaki cüzdanlar beraber satılıyor. “Analı-kızlı” diyelim. Analı-kızlı’nın fiyatı ise 44.-$. Gracefulcrafts bu cüzdanları oturmuş güzel güzel yapmış ablaları.



Gençlik gibisi yokL Off acayip yaş bunalımdayım. Neyse kendimi hiç boş bırakmıyorum ki bu saçma konuyu düşünmeyeyim . Diyebilirim ki bu blog yaş bunalımımın eseridirJ
Evet yukarıdakilerden canlılık, enerji, hayat fışkırıyor, tam 13-21 arası genç kızlar için ideal. Ben o yaşlardayken biri bana böyle bir cüzdanı alsa 1 hafta televizyon seyretmeyebilir, patates kızartması yemez, yataktan kalktıktan sonra da mutlaka hırkamı giyerdim.
Evet bu cüzdanlar sadece 9.-$. Noonew seni seviyorum.

Ve işte en sona favorilerimi sakladım. Renk – renk, desen – desen, bahar gibi. Bu kasvetli havada bile bu renkler bana baharı yaşattı.
Yaz için ideal, Kot pantolon, beyaz bir tişört, tabi ki vazgeçilmezim bir flar ve bu cüzdan – çantalardan biri. Ben en sondaki haritalıyı çok beğendim. Kendime ondan arkadaşıma da 6. sıradaki sarı çiçekliden almayı düşünüyorum. Hem fiyatları da çok uygun 12 – 19.-$ arasında.
PoppyPunch ‘ı ayakta alkışlıyor ve teşekkürü bir borç biliyorum. Öpüldün.

Bir de güzel kutuya koyup paket yaptım mı bayılacak…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...