Ha bugün ha yarın
derken bir türlü paylaşamamıştım Hollanda fotoğraflarını. Gerçi içimden de
gelmedi. Çünkü doğru dürüst bir fotoğraf çekmedim, çekemedim.
İlk gün girdiğim bir
mağazanın merdivenlerinden yuvarlanıyordum resmen. Öyle saçma bir düşüş oldu ki,
sağ elimin baş parmağı kakıldı kaldı. Ertesi gün, ondan sonraki gün zonklayıp
durdu. Benim eller zaten küçük, fotoğraf makinasını zor kaldırıyorum, bir de parmak
sakatlanınca hiç tutamadım.
Bir de tabi kanıksama
durumu var. Daha önceki gidişlerimde çoşkuyla fotoğraflamıştım her gördüğüm
şeyi. Hatırlamak isteyenler buralara bakabilir ; 1 - 2 - 3 - 4
Bu sefer Amsterdam
dışında 3 farklı şehre daha gittik. Gitmeden önce google map’ten tüm
mesafeleri, gezilecek yerleri işaretledim. Tren saatlerini, sürelerini, hangi
gün hangi şehir gezilmeliyi çalıştım.
Cuma günü
Amsterdam’daydık, ertesi gün sabah erkenden Rotterdam’a gittik. Rotterdam Amsterdam ile kıyaslanınca epey
farklı, yorum yapacak kadar uzun kalmadık gerçi orada, bu seferlik şöyle bir
baktık: ) Bir dahaki sefere detaya ineceğiz.
Şehirde değişik mimariye sahip ve
gerçekten çok ilgi çekici binalar var, biz yolumuzun üzerindeki birkaç taneyi
görebildik sadece. Bir de Rotterdam’ın sanırım en tatlı dükkan sahibi ile
tanıştık. House of Seasons ‘ın sahibi Lia. Dükkanda resmen gözüm döndü. Ama bu
gidişimde inanılmaz iradeliydim. Sadece küçük bir vazo alıp kaçabildim oradan.
Rotterdam’dan Delft’e
geçtik aynı gün. Delft çok şirin bir yer, Amsterdam’ın küçültülmüş hali gibi.
Kanallar, caddeler çok daha dar. Cumartesi günü antika pazarı varmış şansımıza,
mest ola ola gezdik bizde… Kendimize söz verdik sonra, yaz sıcağında tekrar
geleceğiz buraya diye…
Üçüncü Şehrimiz
Utrecht’ti. Pazar gününü Amsterdam’da geçirdikten sonra Pazartesi günü sabah
treniyle gittik. En çok da burayı sevdik. Orada yaşamayı hayal bile edemiyorum.
O gün o kadar çok yürüdük ki, dönüşte trenden indiğimizde eve kadar ağlayarak
gittik resmen. Yemyeşil bir yer, öyle güzel evler, bahçeler, yollar var ki
huzur kaplıyor içinizi. Mesela kocaman bir park vardı, karşısında da bir hukuk bürosu, parkta güzel güzel
şezlonglar… Pencereden bak mest ol, öğle arasında git keyif yap, iş çıkışı atla
bisiklete, trafik ne bilmeden 10 dakikada evinde ol… Merkezi de çok tatlıydı,
küçük bir yer ama bütün dükkanlar var, hatta fazlası var…
Ben büyük şehirleri,
büyük yapıları sevmiyorum. Kendim cüce olduğum için sanırım. İlk Londra’ya
gittiğimde çok sevmiştim orayı, şehre hakim hissetmiştim kendimi. Tarihi yapı
hiç bozulmamış, evler iki katlı, parklar harika, metro tamam kolay ama en
güzeli yürümek istediğinde geçtiğin yollar çok keyifli. Amerika mesela hiiiç
benim tarzım bir ülke değil. 5 – 6 şehrini gördüm, tamam görülmesi, fırsat
varsa gidilmesi gereken yerler belki ama benim gönlüm her zaman Avrupa'dan yana.
Sevmiyorum kocaman kocaman caddeleri, gökdelenleri, devasa alışveriş
merkezlerini, tadı tuzu olmayan kocaman tabaklardaki yemeklerini. Tamam etleri
güzel! Ama ben etçi değilim ki, kırk yıl yemesem aklıma gelmez… Ay amma
kötüledim: ) Mutlaka var güzel şeyleri, kimbilir benim görmediğim ne sevimli
küçük kasabaları… ama yok sizin olsun Amerika bana Hollanda’yı verin…
Herhalde ne kadar
gidersem gideyim hiç sıkılmayacağım, her gidişimde bir daha ki gidişimin
hayallerini kurduğum bir şehir Amsterdam.
Biz Airbnb’den ev
ayarlıyoruz genelde. Bir önceki gidişimiz de çok keyifli, yeşillikler içinde,
kanala da çok yakın bir evde kalmıştık, ama birazcık merkeze uzaktı. Yaz olduğu
için ve hava neredeyse gece 10 da karardığı için hiç dert etmemiştik o
mesafeyi. Bu sefer ise çok merkezi bir evde kaldık. “9 streets“ adı verilen
yığınla butik ve kafenin bulunduğu Amsterdam’ın en keyifli yerindeydi. Akşamları camın önüne oturup diğer evleri
dikizledik, yoldan gelip geçenleri izledik, sabahın köründe o soğukta şıkır
şıkır giyinmiş güzel kadınların, yakışıklı erkeklerin bisikletleriyle nasıl hız
yaptıklarına yine hayret ettik… Sonra en kısa zamanda tekrar görüşmez üzere
vedalaştık, seni seviyoruz Hollanda…
I know I know, I was
too late for this post. We were at the beginning of May in Amsterdam. We were
at Amsterdam in early May. It was wonderful as usual...
This time we have
visited 3 different city of Holland, Rotterdam, Delft and Utrecht... They all
have a different atmosphere, of course it is lovely...
Rotterdam was unlike
other city in Holland which I have seen. During World War II the city centre
was completely destructed. Instead of restoring, the people had chosen to build
a city which has a modern look. There are many interesting buildings
unfortunately we did not have enough time to visit every where in Rotterdam but
I guess we have met the sweetest shop owner of Rotterdam. Lia has an amazing
shop which called "House of Seasons" in Rotterdam and it was a great
pleasure to met her. She is a friend of dear Madelief which is from
"madeliefje-madelief" blog. I hope the next time I will visit her
gorgeous garden with dear Lia.
Ah, lovely Delft:
compact, charming, relaxed. It's a very popular tourist destination – day
trippers (and lovers of beauty and refinement) clamour to stroll Delft's
narrow, canal-lined streets, gazing at the remarkable old buildings... We
really loved it, although we stay just a few hours there.
And Utrecht... I can
live in Utrecht. We have walked in the streets of Utrecht and it was amazingly
beautiful. Everywhere was full of green and beauties...
We have prefered
"Airbnb" again and our home was in the most popular place in
Amsterdam which is called "9 straatjes"... It was a great pleasure to
watch the street and other home during the evening...
I don't like huge
cities and buildings. I had been in America a few times and I'm sure there are
many cute and pretty town which I did not have chance to see but I feel there myself
very short (okay I already have a very short length) and lost everything is so
big for me : ) I guess I love Holland because of that, I feel so free myself in
there...
I can not wait to go
again. I love you Holland…